Soru sormayan adam: Adolf Eichmann

Tarihte Adolf Eichmann Vakası ve Endüstriyel Eğitim
Adolf_Eichmann_at_Trial1961_mFelsefenin Kısa Tarihi şimdiye kadar okuduğum en iyi felsefeye giriş kitabıdır diyebilirim. Kitabın yazarı Nigel Warburton, hiç jargon kesip zor anlaşılır bir dil kullanmadan felsefe tarihinin en önemli fikirlerini zevkli ve sürükleyici bir şekilde anlatmayı başarmış.

Kitabın 35. bölümünde endüstriyel cehaleti vurgulamak adına çok çarpıcı bulduğum bir vaka anlatılıyor: Soru sormayan adam!

Adolf Eichmann, Hitler döneminde tren yollarından sorumlu yüksek rütbeli bir bürokrattır.

Eichmann’ın titiz çalışması ve gözetimi sayesinde o dönemde Avrupa’daki bütün tren yolları saat gibi tıkır tıkır çalışmış, böylece Avrupa’nın her yerinden toplanan yüzbinlerce Musevi sığır vagonlarında sorunsuzca (!) Doğu Avrupa’daki toplama kamplarına taşınabilmiştir.

Hikayenin gerisini biliyorsunuz: Sığır vagonlarıyla toplama kamplarına getirilen esirlerin büyük çoğunluğu, çoluk çocuk kadın demeden özel duş odalarında zehirli gazlarla katledildi. Bu insanların bir bölümü de en sapıkça tıp deneylerinde kobay olarak kullanıldı. Ancak çok küçük bir azınlık, son derece perişan bir halde bu toplama kamplarından canlı çıkabildi.

Savaş sonrası birçok Nazi gibi Arjantin’e kaçan Eichmann, İsrail gizli polisi Mossad tarafından 1960’da Buenos Aires’te yakalanır, ve yargılanmak için İsrail’e getirilir.

Filozof Hannah Arendt (1906-75) Eichmann vakasıyla özel olarak ilgilenir. Bu nasıl bir insan, nasıl bir manyak ve sadist olmalıydı ki, gözünü kırpmadan yüzbinlerce insanı ölüme taşımış olsun?

Mahkeme süresince Eichmann’ın kişiliği filozof Arendt ve uzman psikologlar tarafından bilimsel anlamda incelenir ve ortaya herkesi şaşırtan bir sonuç çıkar:

Eichmann hiç de tahmin edildiği gibi manyak veya sadist birisi değildi. Hatta Eichmann’a tipik bir Nazi bile denilemezdi, çünkü bir kere ırkçı değildi; Yahudilere karşı bir nefret ve düşmanlık hissetmiyordu.

Toplama kamplarına bir kez bile gidip bakmamıştı, çünkü orada olan bitenleri merak etmiyor, aklını ve vicdanını yormamak için bilmemeyi tercih ediyordu.

Eichmann’ı tanıyan ona kötü bir insan bile demezdi. Ancak Eichmann’ın onu en kötü insanlardan bile tehlikeli yapan bir özelliği vardı: Soru sormuyor, düzeni sorgulamıyordu. O sadece örnek bir bürokrat ve teknisyen olarak kendisine verilen görevleri harfi harfine yerine getiriyordu, o kadar.

Yapılan kişilik testleri, çok iyi bir teknisyen olan Eichmann’ın hayal gücünün zayıf olduğunu ortaya koymuştu. Tahmin edileceği gibi Eichmann gençliğinde tamamen teknik eğitimine odaklanmış, felsefe sanat edebiyat gibi hayal gücünü zenginleştirecek boş işlerle (!) uğraşmamıştı.

Kime ve neye hizmet ettiğini sorgulamayacak kadar muhafazakâr bir teknisyen olan Eichmann aslında son derece sıradan bir insandı. Eichmann’ın yerinde olsalar aynı şeyleri yapacak daha binlerce milyonlarca insan vardı.

Mesele de işte burada: Eichmann nasıl bu kadar sıradanlaşmıştı? Sıradışı teknik bilgisi ve becerisi olan bir insanda neden hayal gücü, sorgulama yeteneği ve cesareti bu kadar güdük kalmıştı?

Cevap basit: Dar bakışlı uzmanlığı yücelten endüstriyel teknik eğitim sayesinde..

Endüstriyel eğitimin amacı, insan doğasına aykırı sevimsiz ve renksiz işleri isyan etmeden yapabilecek, kime ve neye hizmet ettiğini sorgulamadan yıllarca sıkılmadan (veya sıkıldığını fazla belli etmeden) çalışabilecek muhafazakâr teknisyenler yetiştirmektir:

“Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım.”

Endüstriyel eğitimin amacı, geçinebilmek için renksiz, sevimsiz ve tekdüze işlerde çalışmanın hayatın kaçınılmaz bir gerçeği olduğunu küçük yaştan çocukların kafasına kazımaktır. Bu yüzden de renksiz, sevimsiz, disiplinli ve bol angaryalı okullara ihtiyaç vardır.

Özetle endüstriyel eğitimin amacı insanları ideallerinden, duygularından ve zevklerinden arındırarak uzman robotlara dönüştürmektir. Çünkü endüstriyel düzen çarklarını döndürebilmek için filozof ve sanatçılara değil, belli dar alanlarda uzmanlaşmış robotlara ihtiyaç duyar.

Eskiden kırbaç korkusuyla kuyudan su çeken ve tarlaya su taşıyan bedensel köleler varmış. Sanayi devriminin, özellikle de makinalaşmanın insanlığa getirisi şu oldu: Bedensel kölelerin yerini zihinsel köleler aldı.

Felsefe, sanat ve sporla uğraşıp çok yönlü bir eğitim almış gençleri sanayinin, banka ve sigarta şirketlerinin sevimsiz bürolarında uzun süre çalıştıramazsınız. Dolayısıyla endüstriyel eğitimin gençlere bir yandan teknik bilgi ve beceriler kazandırırken, bir yandan da estetik zevkleri, özgür düşünceyi ve hayal gücünü törpülemesi gerekir.

Bu konuda endüstriyel eğitim oldukça kurnaz davranır; sanatı açıkça kötülemez, sadece hobi olarak kategorize ederek 2. plana atar, önemsizleştirir ve kadük eder.

Bu arada çocuklarına sürekli “evladım önce ders sonra hobi” veya “evladım önce ders sonra oyun” benzeri öğütler veren sorumluluk sahibi (!) muhafazakâr aileler, çocuklarının endüstriyel teknik eğitim haricinde her yönden cahil kalmasına önemli katkılar verirler.

Aile veya okulca teşvik edilmeyen öğrencilerin büyük bir bölümü sürüye uyacak, okul dersleri haricindeki felsefe, sanat ve spor gibi uğraşlara gereken önemi vermeyecektir.

Ancak arada az da olsa derslerinin yanında (veya derslerine rağmen) kendi bireysel gelişimlerinden ödün vermek istemeyen, felsefe, sanat veya spora meraklı öğrenciler çıkacaktır. Endüstriyel düzende sürekli maraza çıkaracak bu çıbanbaşları nasıl yola getirilecektir?

Burada da endüstriyel eğitimin derin kurnazlığı devreye girer: Öğrencileri ödev ve angaryaya boğarak bireysel gelişime zaman bırakmaz. En basiti, gençlerin bütün enerjisini ve zamanını çalan üniversite sınavlarını düşünün.

Bazen üniversitelerin girişimci ve yaratıcı gençler yetiştirmeyi hedeflediğini duyarsınız. Ancak burada kastedilen, endüstriyel dar anlamda girişimcilik ve yaratıcılıktır. Örneğin yaratıcılık derken kastedilen felsefe, sanat veya edebiyatta özgün eserler vermek değil, endüstriyel kartellere para kazandıracak yeni alet-edevatlar ve servisler geliştirmektir. Sanki hayatımızda şimdiden yeterince alet-edevat yokmuş gibi!

Üretim denince de sadece şirket üretiminin akla gelebilmesi için doğanın, yani ekosistemin temel üretici olduğunun mutlaka gözden kaçırılması gerekir. Bunun için de alet-edevat teknisyenliği (teknoloji) ön plana çıkarılırken, ekolojik cehaletin bütün eğitime hakim olması sağlanır.

Yazan: Tunç Ali Kütükçüoğlu

Konuyla ilgili diğer yazılarım:

  1. Endüstriyel Muhafazakârlar ve Tuhaf İnançları
  2. Süper Organizmalar
  3. En temel ekonomi hurafesi
Bu yazı Uncategorized içinde yayınlandı ve , , , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

11 Responses to Soru sormayan adam: Adolf Eichmann

  1. Güzel bir yazı, farklı bir bakış açısı sunmuş olaya…

  2. Attila dedi ki:

    Çok beğendim
    Fikrinize bereket,
    Elinize sağlık…

  3. naberkemal dedi ki:

    Pozitivizm neden gericiliği besler. Bu örnek kadar güzeli olamazdı. Elinize sağlık.

    • Hamdi dedi ki:

      “Pozitivizim’in gericiliği neden besler”? Diye bir sonuc çıkartmak Pozitivizim düşmanlığıdır. Yazı Vahşi kapitalizmi aklıyor. Yerine Tarım devrimini koyuyor.Tüm kapitalist ekonominin suçlarını Tarım devrimin yüklüyor.

  4. tuncaliku dedi ki:

    Şirketokrasi ve büyük tekeller açısından bakıldığında, endüstriyel eğitimde felsefe neden ikinci plana itilmeli, hatta mümkünse tamamen programdan çıkarılmalı?

    Çünkü felsefe resmin bütününü görmeye çalışır; biz neden varız, nereden geldik, dünya neden böyle, bu din ve ahlak kuralları nereden çıkmış, nereye gidiyoruz gibi akla gelen her soruyu sorar ve sorgular.

    Endüstrinin ihtiyacı olan insan tipi ise resmin bütününü görmeye çalışıp sorgulayan bireyler değildir. Çünkü bütünü görmeye çalışıp sorgulayan insan “ben bu şirkette çalışmakla neye ve kime hizmet ediyorum“ diye de sorgulamaya başlar; ekonomik sistem, ekosistem, sosyoloji, evrim derken dağılır gider.

    Halbuki istenen bu değildir, bu nedenle bütünü sorgulayan felsefi düşünce değil, dar odaklı endüstriyel düşünce (teknik uzmanlık) yüceltilir. Çünkü bütünü sorgulayan insanlardan belli çevrelerin dar çıkarlarına hizmet eden yararlı aptallar üretemezsiniz.

  5. Emre dedi ki:

    Tamamen katılıyorum bu eğtim sisteminin zihni yozlaştırdığına ancak Yahudi düşmanlığı olmadığına bu kadar emin miyiz? Hangi doktorlar adamı analiz etti? Edenlerin ya da oluşturulan hikayenin çıkarı vahşet ve dehşet duygusunu sıradanlaşan bir nedene bağlayıp, öfkeyi başka yere yönlendirmeye çalışarak hafifletmeye çalışan bir sistemin parçası olabilir mi? Ne kadar eminiz bu adamın iyi niyetli (?) olduğuna. Islevselligi bu kadar yüksek bir insanın bu kadar kör olması eğitim sistemiyle açıklanabilir mi sadece?

  6. Murat O dedi ki:

    Guzel yazı

  7. tuncaliku dedi ki:

    Bu konuşmamda tren yollarından sorumlu Nazi bürokratı Adolf Eichmann’dan yola çıkarak “endüstriyel cehalet“ veya “endüstriyel dogmatizm“ kavramlarına açıklık getirmeye çalışıyorum.

  8. tuncaliku dedi ki:

    “iyi okul” denilen prestijli okulların çoğu aslında iyi okul değil; mezunlarının “iyi para” kazanacağı öngörülen okullar. Yani, şirketlere bol maaşlı uslu teknisyenler yetiştiren okullar. Bu anlamda en iyilerini Isviçre’de gördüm.

    Burada “uslu teknisyen”den kastım Adolf Eichmann gibileri.. Kendi dar alanına odaklanıp işini teknik anlamda mükemmel yapacak, ama “bu işin anlamı nedir, kime ve neye hizmet ediyor?” gibi büyük resimle ilgili rahatsız edici sorular sormayacak.

    Çevremde gözlüyorum: Anne-babaları, birer beton ve trafik cehennemi haline gelmiş kirli ve kalabalık şehirlere esir eden etkenlerin başında “çocukları iyi okullara gönderme” kaygısı geliyor.

    Bu aslında iyi eğitim ve iyi yaşam gibi kavramları hiç sorgulamayan, kısmen düşünmeden sürüye uymaktan, kısmen para ve geçim derdinden kaynaklanan bir kaygı… Mekanik indirgemecilik de var: Eğitimi aileden, sosyal ve ekolojik çevreden, kültür sanattan soyutlayıp okula ve derse indirgemek…

    Kişi, iyi denilen okullardan birine gitmişse iyi eǧitimli, yoksa eǧitimsiz (!) Okul dışında öǧrenilen şeylerin hiçbir önemi ve deǧeri yok (!)

    ilgili tweet dizisi (22 Mayis 2022)

  9. tuncaliku dedi ki:

    Almanca bilenler için: Erich Fromm bu videoda 40. dakikadan itibaren, “ben ne için çalışıyorum, neticede kime ve neye hizmet ediyorum?” gibi rahatsız edici sorular sormayan uslu teknisyenlerin prototipi olan yüksek rütbeli Nazi bürokrati Adolf Eichmann’ın karakterini anlatıyor (vasatın kötülüǧü, the banality of evil, the mediocrity of evil)

    Erich Fromm: Im Namen des Lebens (Erich Fromm Gesellschaft) – 1973 – youtube

  10. tuncaliku dedi ki:

    Anadolu Lisesi, Fen Lisesi, ODTÜ, ETH Zürih gibi “iyi denilen” okullardan mezun olmuş bir “okumuş” olarak, 30’li yaşlara gelene kadar iyi bir eǧitim almış olduǧuma inanırdım. Sonradan tarih, ekoloji, felsefe, antropoloji, ekonomi, coǧrafya, tarım, müzik ve sanat gibi konularda kültürüm arttıkça bu inancım çöktü.

    Artık devlet ve şirket bürokrasisine (rahatsız edici sorular sormayan) uslu teknisyenler yetiştiren yerleşik “iyi okul” veya “iyi eǧitim” anlayışına kesinlikle inanmıyorum.

    Yerleşik endüstriyel eğitim anlayışı, dünyayı bu hale getiren, Küresel Finans Oligarşisi diyebileceǧimiz 3-5 sosyopat milyarderin ve kriminal yatırım fonunun yönettiği çarpık ekonomik düzene göre şekillenmiş; bilginin, dolayısıyla eğitim kalitesinin değerini bile parayla ölçüyor. İyi denilen okulların çoǧu gerçekte iyi falan deǧil; sadece mezunlarının “iyi para” veya sosyal statü kazanacaǧı öngörülen okullar.

    Resmin bütününü görmek anlamında faydalı olduğunu düşündüğüm ne varsa (temel eğitim hariç) gittiğim okullardan değil, kendi aile, arkadaş ve mahalle çevremden, kendi uğraşlarımdan ve okumalarımdan öğrendim; felsefe, sanat, müzik, tarih, antropoloji, eddebiyat, bahçecilik, akvaryum, evrim ve ekoloji…

    Hatta şunu söyleyebilirim: Endüstriyel meslek eğitimini çok fazla ciddiye almadığım, fazla not hırsı yapmadığım, derslere gereğinden fazla zaman harcamadığım için üniversiteden çok fazla hasar görmeden mezun oldum.

    Endüstriyel eğitim, ki buna şirket eğitimi de diyebiliriz, sanki insan yaşadığı çevreden hiçbir şey öğrenmezmiş gibi, eğitimi tamamen okula indirger; şirketlere “iyi eleman” yetiştiren okullara gitmeyenlere “eğitimsiz” denir.

    Çünkü endüstriyel eğitim bilginin ve eğitimin değerini insani veya toplumsal fayda ile değil, dönüp dolaşıp yine para ile ölçer. Örneǧinm son yılların revaçta olan meslek eğitimlerinden genetik mühendisliğinin neye ve kime hizmet ettiğini bir inceleyin.

    → Konuyla ilgili yazdıǧım 23.06.2023 tarihli tweet dizisi

tuncaliku için bir cevap yazın Cevabı iptal et